BLOĞ
30 Kasım 2025
yazım süreci
bir yazı yazdıysan eğer; tabi, eğer yazabiliyorsan, yazmış olduğun yazının gerçekten bir yazı mı, yoksa ardarda rastlantısal biçimde gelmiş harf ve kelimeler öbeği mi olduğunu iyi biliyor olmalısın. İşte bu idrak süreci, senin yazıyı yazıyor olduğun süreç içerisinde senin yönetiminle işliyor ve tamamen öznel şekilde gelişiyorsa şanslısın. Vefakat, eğer yazdığın yazının yazımsal sürecinde herhangi bir yönetimin ve idrakın bulunmayıp, yazım işlemi bittikten, okum işlemine ilk olarak sen girdikten sonra anlıyorduysan, geçmiş olsun hacı!.. sen yazıyı yazmıyorsun aslında.. yazı sana yazıyormuşcasına bir ibare ile kendi kendini yazdırıyor olabilir.. bu da bi nevi yapay zeka değil mi en aptalından?.. hadi sen düşün bunu, ben diğer yazıyı da yazmaya başlayayım, ya da başlamayayım, bilemedim..
17 Kasım 2025
zaman
geçen zamana çemkirdiğinde, geçenin zaman değil, "an" olduğunu anladığın yaşta olmanı temenni ederdim..
zira geçen anların, "aman"lara dönüşmemesi de elbette mantıklı bir salık olabilmektedir...
gerçi evet, bazen sana "aman" diyenlere rastlamama ihtimalin de istatiksel olarak mevcutken, hele ki, geçmiş zamana dönüp çemkirdiğin olasılığını da düşünürsek, birinin sana "aman" dememiş olma olasılığı, birinin sana "aman" deme olasılığından katbekat yüksek olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz. öyle ya, biri sana hakikaten "aman" dediyse, zamanının anlarını daha ekonomik kullanacak ve gitmiş zamanda durup bir an geriye bakıp geçmişine çemkirmeyecektin...
böle olmadığına göre, en azından bundan sonraki anlarınca, geçmiş zamanı düşünmeden, gitmiş zaman, henüz gitmiş olmadan yaşamaya ve hakikaten "anda" olmaya özen gösterebilirsin...
göstermeyebilirsin de...
ne bilym...
9 Aralık 2019
folkslorik asit.
asidin her türlüsü can yakıp kasıp kavururken, türlünün asidine en fazla ekmek banarsın.
bu derece ikircikli bir dünyada neden hala karşıdan karşıya geçerken önce sola sonra sağa sonra tekrar sola bakınıyorsun?
sence de çok paranoyakça değil mi? bir kere sola baktın, sağa da baktın üstelik. neden tekrar sola bakıyorsun? peki tamam, sola bir kez daha baktın, sağa neden sadece bir kez bakıyorsun? sola baktın. sağa baktın, sola tekrar baktın. baksana sağa bir kez daha? hadi onu da baktın. sola bir kez daha bak. neme lazım, tam sen baynunu soldan sağa geçerken ve sağa doğru dühul ettiğin bakış eylemini gerçekleştirirken ya soldan aniden bir araç sana doğru hızla geliyorsa? bakman lazım sola bir kez daha. e o zaman sağa bir kez eksik bakmış oldun. ya o esnada da sağdan otobüs geliyorsa nolacak? sen en iyisi çıkma caddeye, soldan gelen araba sağdan gelen otobüsle çarpışsın..
çarpışmaz mı? baktın, ya da bakmadın, onlar karşı karşıya geldi. birbirilerini optimum mesafede farkederlerse zaten dururlar. çünkü bunlar gidebildikleri gibi durabilmeleriyle de ünlüdürler. e durdular mı? hah işte, tam o esnada salına salına geç sen. netice itibariyle, sağdan gelmiş olan bir otibüs ve soldan gelik bir aracın tam ortasında default paranoyaklık "-ya çarparsam" fren mesafesi kadar bir boşluk olacaktır. o boşluk tam senin güvenle karşıya geçmen için. geç oradan.. süzül ve git.
karşıda ne mi işin var?
karşıda işin ne mi?
geçme lan o zaman ?! ne bakıyorsun sağa sola, akşam akşam bizi de yordun. git evinde otur arkadaşım!
21 Mart 2017
Gudubettin Necmettin
gudubet olan necmettin isimli şahsın gudubetlik mertebesindeki ağır ama bir o kadar keskin, öte yandan derinden ama sessizce, hatta usulca ama belirte belirte ilerlemesinden midir bilinmez, necmettin isimdeki şahısların guduları böyledir işte hep..
isveçli bilimadamları isviçreli bilimadamlarına özendiği gün eğer köfte yemeyi bırakmış olsalardı, somon yemeye devam ederlerdi gerçi ya, yine de bi ihtimal onlar çözerdi belki bunu.. ama çözmeden önce mutlaka elleri için krem sürerlerdi, hava soğuk ya..
gerçi bi an düşündüm de, -genelde bi an düşünebiliyorum evet.- neden necmettinle uğraşsalardı ki? o da öyle kendince bir organizma neticede.. gudi mudi ama olsun.
organizma ne salak kelime lan. düşünsene insan değilsin, organizmasın. yani tamam tamam insansın ağlama hemen, ama insan kelimesi yerine sana organizma diyorlar. kadın organzmalarla aran kesin kötü olurdu.. neden bilemem, olurdu işte.. ismin organizma neren düzgün olsun ki?.
ama kendi içinde bir karizması da yok değil. orgeneral gibi.. organizma.. ağzı da dolduruyor hani söylerken.. ORGANİZMAAA!.. ondan bir değişiği mesela tümganizma..
offf fena oldu bu, okumayaydın keşke...
3 Ekim 2016
Farkındalığın daniskası...
...hiç farkındalık üzerine bir yazı okuduğunuzda farkındalığı farkettiniz mi???
elbette hayır, çünkü zaten farkındalık üzerine yazı yazıldığında farkındalık silinir. yazı kalır. kışı da kalır elbet, ama dağlar ibnelik edip dik dik indiğindendir ki; yağışlıdır..
oysa yaz öyle mi ya? alırsın sevdiceğini gidersin bodruma, o koy benim bu şezlong senin, ay kıçıma kum kaçtı mı, ay selfie çekerken gözüm kapalı çıktı mı.. tek derdin bu olur! allah baka deret vermesin zaten de, yaz güzeldir..
-şimdiden özlendi-
bu yazı da böyle olsundu...
13 Aralık 2015
Felsefellik
Tümden gelmeye ne gerek var? hazır tüme varım varken? Ayrıca tümden gelmek de nedir ki öte yandan? Dünden gelmek dururken..
Zaten tümden gelmek de saçmadır ki, filizofyada koskoca fillerin tüme gitmeleri de abesle iştigal etmektedir.. Zira gelmek için önce gitmek gerekir... Gelmek de gitmeyi barındırır zaten hep; gitmek de gelmeyi...
O zaman yazık değil midir tonluk hayvana; "gel diyeceğim ama sen şimdi git!" diyerekten?
Oysa varmak hep bir oluş, olduruluş biçimidir. Olumludur. Vardır. Shakespeare'deki gibi olmak ya da olmamalı mı? Peki ya, Haluk Bilginer? Ya evde yoksam? Bu da bir anksiyete krizidir şizofrenik bünyenin.. peki demezler mi adama? ya evde varsan?... işte bu noktada üzerine eğilmek gerekir çoğu düşüncelerin...
Bence Bülent Ortaçgil, Serdar Ortaçgil'den daha başarılı bir filozofdur. ayrıca Shakespeare'den de hatta belkim... Çünkü sorgulamaktadır anksiyetesini.. olmalı mı olmamalı mı? diğer tembel yazara göre daha oluşgandırılmışlığı açısından irdelendiğinde daha çoktur... dahadır... endir...
10 Aralık 2015
bir gün..
bir gün, günün birinde eğer, o da bugünse şayet, sabah kalktığındaki kalkık bedenini, hala uyuyan ruhunla çarpıp çıkıyorsan karşıma, bilmelisin ki; o an hazır değilsindir.
Zaten eğer soruyorsan "neye?" diye, hiç hazır olmamışsındır. Zira, sormamalısın... Sen kendin, bizzat bileceksin hazırlığını... Çünkü bu yavaş yavaş, hazırlıkçıl gibi görünse de, bir hazırlık gerektirmeyecektir. Sen biliyor olduğunda zaten hazırsındır ve o an çıkarsın karşıma... Yok aman efenim, ben uğraşamam bununla, ben çıkarım işine gelirse eğer gibi bik bik konuşacaksan baştan uyarayım... "çok tatlısın..." uyarıldın mı? daha da ileri gidebilirim istersen... "bebeğim!!!hmmmm mckk.." nasıl? istiyo musun sen de beni? canım? oyş... tamam öyleyse..
Tebrik ederim, şu an bir yazıya tahrik olmuş ilk insan evladısın! kendinle öğün, Türk çalış güven. nasıl yaparsın bilemem. zira daha önce yapmamış olduğunu biliyorum. geğir o zaman. en seyreltik duyguların bile bir geğirim yüzdesi vardır. ki bu yüzde, matematiksel olarak neyse, metametiksel olarak da odur...
zira burada mate neyse, meta da bu.. karıştı mı kafan? sekse dönelim... sen dön, ben sekserim...
08 Aralık 2015
Münevver koydum adını
Münevver koydum adını kasımın.
Sonra sevdim onu usulca
Usulca ama belirtmeden, sessiz ama giderli..
Sonra sıkıldım..
Ayşe olsa daha mı iyiydi sanki?
Münevver koydum adını kasımın.
Kasığımın ise zaten Ali
Bazen, başını dik, omzu geniş karşılaşıyorlardı Abdulmuttalip ile
Abdulmuttalip, çoğu zaman abdo..
Münevver koydum adını kasımın
sonra vazgeçtim
çünkü
saçmaydı
1 Aralık 2015
Kasığımda aşk...
Kasımda aşk başkaydı.. don da öyle.. ama donla aşk olmazdı, aşkla da don. donbili bili bili....
soğuktu donları, nicesiz sallantılı ipliklerinde kalmış,
yırtmaçların aşağısından hönkürdek uzvuyla bile
soğuktu işte..
yazları kırak ve burak,
kışları ise ayşe ve berkecan olduğunda ise...
soğuktu donları, niçin ayırtsız içsemleştirildiğinde dokusunu;
kalırdı naifliğiyle kumaşının..
%100 pamuk.
kıçımın kenarı...
don işte...
soğuktu ama...
boğuktu sonları; ne bileyim, belki bilinçsizce ilerlerken sonlarına,
koynuna aldığı her sincabı besleyemeyesice bir bıkkınlıkla ilerliyordu umarsızca...
ama görünen o ki, bu öznelleştirilmiş içselleştirmenin de bir kaderistik yanı olacaktı..
oldu da, ama yazmicam. inat!..
27 Kasım 2015
Çarşı Bayıra Karşı
Gel zaman diyince gelmez ya hani... o anlardan birinde işte, Gel zaman... süregelinen şeye edilen bir tümsek serzenişi anlamlandıracaktır belki de.. zürafaların asla kulaklarını kaşıyamayacakları gerçeği ile karşılaştığı ilk gün, bunu bir daha asla yapmayacağım demişti...
Oysa her gün yapıyordu, ama hiçbir zaman bir daha değil.. her seferinde yeniden bir ilkmiş gibi hissediyordu heyecanını.. öyle ya, heyecanla kulağını kaşıyan kaç kişi vardı şu dürttüğümün dünyasında?
belki göbek deliğini karıştırıp, çıkan materyalleri burnuna sokanını görmüştüm, ama bunu hiç..
hatta sümüğünü yiyip, 3 gün bekleyip doğal sindirme mekanizmasıyla çıkarttıktan sonra geri koyanını da...
geri dönüşüm önemlidir ne de olsa.. dönüşüm geridir. ama ihtiva ettiği anlam nedeniyle her ne kadar ileri bir şeyi ima ediyor gibi olsa da, hemen ardından göz kırparak aslında geçmişe serzeniyordur.. kendi geçmişine... geri dönüşüm.
24 Kasım 2015
bıngıldak necmi.
küçükken ben çok küçüktüm.. sonra büyüyünce ancak büyük olabildim..
bu da günün aforizması olsun. herkes küçükken küçük müydü aceba? bunu düşünür dururum. bazen de durup düşünür... ama durduk yere düşündüğünde, düşünedururken ki performansından eser kalmıyor... onun tadı başka... damağında kalıyor insanın.. kulak göğsü kıvamında bıngıl bıngıl, tavuk göğsü kıvamında tatlı ve pembeleşinceye kadar ırzına geçilmiş soğan kadar mağrur ama güçlü...
Soğanlar ölmesin, karamelize soğan yapımına dur de!" belki de 3 vakte kadar bir soğan sendikası bile kurulabilir... hatta belki de dört...

